Sunday, May 17, 2009

Greek - Turkish Conference


Geçtiğimiz haftanın üçüncü etkinliği de SAFIA (Student Association for Interanational Affairs) Yunanistan temsilciliği ve Ankara Üniversitesi Politika Kulübü'nün ortaklaşa düzenlediği Türk-Yunan ilişkilerinin geçmişi ve geleceği üzerine olan konferanstı. Etkinliğin moderatörlüğünü çok sevdiğim hocalardan biri olan Herkül Milas yaptı. Kendisi Türkye doğumlu, Robert Kolej mezunu fakat bugün Atina'nın 'Yeni İzmir' (Nea Symrni) adlı semtinde yaşayan bir Rum'dur. Hem Türkiyeli hem de Yuananlıdır ve de tıpkı Erdal İnönü, Hayrettin Karaca ya da Mete Işıkara gibi hayatta tanıyabileceğiniz en cici ve bilge insanlardan biridir. Kendisi aynı zamanda Sabancı Üniversitesi 2007 mezunlarının kapanış dersini vermiştir. 

Konferansa iki Türk, İlhan Uzgel ve Özlem Kaygusuz, iki de Yunan, Ioannis Grigoriadis ve Ekavi Athanasopoulou, akademisyen konuşmacı olarak katıldı. Etkinliğin en önemli kısmı kesinlikle ilginin çok büyük olmasıydı. Salonda oturacak ve hatta ayakta duracak yer yoktu ve bir çok kişi kapıdan çevrilmişti. Ben de bacaklarını kıvırıp yerlerde oturanlar arasındaydım. Sorun değil çünkü zaten bu tür etkinliklerde artık kendimi ev sahibi gibi hisseder oldum. Bir diğer ilginç şey de Yunanlı bir konuşmacının izleyicilere bakınca kimin Türk, kimin Yunan olduğunu ayırt edemediğini söylemesi oldu ki bu gerçekten iki toplumun her yaştan bir araya gelen bireylerinin olduğu her ortam için geçerli. Genel olarak böyle bir etkinliğin ve de bu kadar açık bir dille yapılan konuşmaların nasıl 10-15 sene önce yapılamadığı, protesto edildiği fakat şimdi bu noktada olunmasının ne kadar anlamlı olduğu tartışıldı. Her iki ülke de de demokrasinin, sivil toplumun ve de çoğulculuğun artmasının bizi bu günlere getirdiği vurgulandı ki ne mutlu bize. 

Trials of Europeanization


Geçtiğimiz haftaki bir diğer etkinliğimiz ise Türkiye üzerine Yunanlı bir akademisyen olan Ioannis Grigoriadıs'in yazmış olduğu "Trials of Europeanization: Turkish political Culture and the European Union" adlı kitabın tanıtım etkinliğiydi. Kitap Palgrave yayınlarından çıktı ve de Amazon dahil her yerde bulabilirsiniz. Kitabın kapak resmi İstanbul'da en sevdiğim ve her gördüğümde beni gülümseten karelerden biri. Türk siyasi kültürü, AB'ye giriş süreci ve bu süreçle birlikte Türk sivil toplumu ve demokratikleşme sürecinin nasıl değiştiğini merak edenler, ilgilenenler için ideal bir kitap. Dili de öyle çok ağır, akademik akademik değil gayet anlaşılır. Kitabın yazarı Ioannis şu anda Atina Üniversitesi Turkoloji Bölüm Başkanı. Aynı zamanda ben de şu anda ELIAMEP'te (Hellenic Foundatıon for European & Foreign Policy) kendisi ile çalışıyorum. Bilenler bilir Sabancı Üniversitesi'nde, ikinci sınıfta ben hem akademik hem kişisel ilgimden dolayı Türk-Yunan İlişkileri dersi alırken Ioannis de bu dersin asistanıydı o zaman. 

Kitabın tanıtımı Atina'nın en sevdiğim yerlerinden bir olan, 7 katlı Eleftheroudakis kitapçısında gerçekleşti. Artık birbiri ile akraba gibi yakın olmuş Türkiye üzerine çalışan tüm Yunanlı ay da Türk öğretim üyeleri, araştırmacılar, öğrenciler ve de dış işleri yetkilileri ordaydı. Buradaki 8. ayımda artık bu etkinlikle ben de anladım ki ben de bu komünün bir parçası olmuşum. Baktım ki körler sağırlar birbirini ağırlar şeklinde hepimiz her etkinlikte bir aradayız. 

Ha bu kitap tam olarak ne anlatıyordur diyenler için de buyrunuz;
"This book examines the impact of improving EU-Turkey relations on Turkish political culture since Turkey became a candidate for EU membership in 1999. While a multi-party political system was introduced in Turkey in 1946, political liberalism was the missing part of Turkey’s democratic consolidation. Turkish political culture valued submissiveness toward state authority and did not favor citizen participation. This study evaluates the impact that Turkey’s EU-motivated political reform had on civil society, state-society relations, the role of religion in politics and national identity. This leads to an assessment of whether Turkish political culture has become more participant and democratic".

1 Hafta, 3 Türk-Yunan Etkinliği


GÜZ SANCISI - ΠΛΗΓΕΣ ΤΟΥ ΦΘΙΝΟΠΩΡΟΥ

Geçtiğimiz hafta açıkçası benim ve de sosyal hayatım için çok yoğun bir hafta oldu. Arka arkaya üç tane Türkiye ve Yunanistan'la ilgili etkinliğe katılmak benim için heyecan vericiydi. İlk etkinliğimiz "Güz Sancısı" filminin Yunanistan'daki gösterimine üç Yunanlı arkadaşım - ki biri Ayvalık kökenli - ve bir Kıbrıslı Türk arkadaşım ile katılmamızdı. Geç de olsa hiç bir şey için geç değildir diyerek Türkiye'de 6-7 Eylül 1955 Olayları'nın tartışılmaya başlanması ve hatta bunun üzerine filmler yapılıyor olması çok anlamlı bir gelişme. Tarihimizle ve de gerçeklerimizle artık 21.yüzyıl Türkiyesi'nde yüzleşmemiz gerek. Tabi ki de aslında bunu tüm ulusların ve de devletlerin yapabilmesi gerek. Bu noktada Yunanistan'ın bizden daha geride kaldığı, özellikle Güz Sancısı'nın gösterimiyle, Yunanlı aydın ve de entellektüeller tarafından da çok tartışılıyor. Mesela Selanik şehrinden sürülen Slav, Yahudi, Müslüman çeşitli topluluklar hakkında hala açık ve net konuşulmaması, konuşabilen aydın ve akademisyenlerin vatan haini ilan edilmesi ya da Batı Trakya Türkleri'nin senelerce dışlanması gibi konuların yok sayılması Yunanistan'ın bu konudaki eksikliğini gösteriyor. Daha bir ay önce benim okuduğum bölümün profesörlerinden biri olan Alexis Heraclides'in bir televizyon programında "1922'de Yunan askerlerinin Anadolu topraklarında Ankara'ya doğru ilerlerken öldürdüğü her Türk de soykırımdır" demesi kendisinin ülke içindeki solucan ilan edilmesine sebep oldu. 

Politik meselelerden filmin kendisine geçersek, ben Tomris Giritlioğlu ne yapsa beğeniyor, takdir ediyor, ilgiyle izliyor olduğum için yine tabi ki de çok beğendim. Filim kadrosu, çekimi, o eski mekan ve kostümler zaten benim nostalji sevgimi daha da bir coşturmaya yetiyor. Filmin Yunanca ismi "ΠΛΗΓΕΣ ΤΟΥ ΦΘΙΝΟΠΩΡΟΥ" (Pliges tu Fthinoporu) yani "Güz Yarası" anlamında. Yalnız filmi bir salon dolusu genç-yaşlı, kadın-erkek Yunanlı ile izlemek, sonunda onlarla birlikte isyan ve acı ile ağlamak sanırım unutamayacağım bir film olmasına çok büyük etki yaptı. Düşünebiliyor musunuz, bizim senelerce hiç konuşmadığımız, niye, neden oldu diye sorgulamadığımız, sorumlularını bulup da cezalandıramadığımız bir trajediyi, bu insanların bir kısmı canlı tanık olarak yaşamış, bir kısmı hergün dinleyerek büyümüş, ve ben onların arasında hiç ama hiç sorumlu olmadığım bir olaydan utanarak, acı çekrek, neden diye isyan ederek, ve hatta her birinden birer birer özür dilemeyi, bizim de aynı acıları patlaştığımızı belirtmeyi isteyerek izledim filmin her sahnesini...özellikle son sahne kesinlikle çok etkileyiciydi...Ela kale mou...demek istiyorum...Diğer etkinlikleri de yazacağım arka arkaya...

Atina'ya Dönüş, Atina'dan Dönüş

Mayıs ile Haziran Atina'nın en güzel zamanı, ne o ne olduğu belli olmayan soğuk havalardan eser var ne de o kavurucu sıcaklardan...Mayıs'ın başlaması ile tam zamanında Atina'ya dönüş yaptığımı böylece anlamış bulunuyorum. Uzun soluklu olma niyeti ve de çok ani aynı zamanda da yoğun başlayan Atina maceramın son bir ayı da aslında aynı şekilde çok yoğun ve ani bitiyor. Her şey çok ama çok hızlı ilerliyor ve de her şeye rağmen ben bu şehri ve bu ülkeyi de çok sevdiğimi biliyorum. Son bir ayımı da tatil gibi geçirmeye çalışıyorum tüm bu yoğunluğuna rağmen ve de tabi ki de bir şekilde biliyorum ki aslında ne Atina ne de hiç bir şey için bir son değil bu...Hayat izin verdikçe kimbilir kaç sefer, kimlerle, aynı yerlerde tekrar tekrar bırlıkte olacağız...Şimdi bitirmem gereken üç final sınavım, bir proje çalışmam ve onun yazılması gereken makalesi, tez çalışmam için yapılması gereken mülakatlar, bunların yanında da gezilecek, görülecek, yenilecek, içilecek, anlatılacak, paylaşılacak bir sürü şey var, Atina'dan dönüşten önce...Bir de ay sonuna misafirlerim var ki çok mutluyum...Nazlı ve Ece sizi dört gözle bekliyorum!

Tuesday, March 31, 2009

Butik Ada: Hydra

Yunanistan neyi ile meşhurdur? Tabi ki de "ada"ları ile! Bu durumda ben de bu sene için sezonu açmış bulunuyorum...'Damla ne yapıyor?' diye merak ediyorsanız, işten ve de okuldan vakit bulduğum zamanlarda kendimi gezmeye adamaya başladım tekrar. Çünkü biliyorum ki yeni yerler görmeden, yeni sokaklarda gezmeden, yeni deniz kıyılarında dolaşmadan, yeni yerlerde, yeni tatlar tatmadan, dalıp dalıp uzaklara bakarak sırıtarak dolaşmadan, sadece bir kaç gün ya da bir haftasonu da olsa tüm sorunları, sıkıntılarımı, yapmam gerekenleri unutarak, sadece ve sadece anı yaşayarak, yen, bir yeri keşfetmenin tadına varmadan hayat geçmiyor benim için. Bir yerde uzun bir süre kalırsam bunalıyorum, hemen yakınlarda da olsa bir yere gitmem gerekiyor. Sahip olduğu kıyı şeridi ve bir çok kıyı kasabası, yakın adası ile Atina bu kaçamaklar için harika bir şehir! 

'Hydra' adası (İdra diye okunur) Atina'ya yakın ada grubu olan Saronika Denizi'ndeki adalardan biri ve de en 'butik' olanı. Butik derken şöyle ki küçücük, nüfusu sadece 3000 ve de hiç bir şekilde araba, motor ya da bisiklet yok adada. Sadece eşeklerle ve de yaya olarak dolaşabiliyorsunuz adada. Bir de deniz taksileri var adanın yürüyerek ulaşamayacağınız kıyılarına. Ada 1960'lı ve 70'li yıllarda bir çok Yunan sanatçıya, ressam olsun, yazar olsun, aktör olsun, ev sahipliği yapmış. İlham veren bir ada olduğu kesin! Ve de çok romantik! :)

Geçtiğimiz haftasonu, 27-29 Mart arasında Atina Yat Kulübü'nün her yıl geleneksel olarak 'sailing' sezonunun başlangıcı için düzenlediği 'Hydra Race'i de vardı adayı hareketli hale getiren. Cuma akşam adaya varan yarışçılar cumartesi günü bütün gün adada bir hareket olmasını sağladılar. Zaten küçücük bir limana sahip adada bir çok yelkenli ve denizci görmek, onlarla tanışmak, sohbet etmek de gerçekten çok keyifliydi. Pazar sabahı da onları dönüş yarışı için erkenden limandan uğurladık. Gerçekten kendimi 'Ayşegül' serisindeki kitaplardan birinde hissettim. Mesela "Ayşegül Tekne Yarışı'nda" ya da "Ayşegül Ege Adasında" gibi...

Hydra'yı anlatmak gerekirse...Tertemiz badanalı evleri ve parke taşlı tertemiz sokakları olan, sokaklarında çocukların, eşeklerin ve de kedilerin ve köpeklerin bir arada oynadığı, küçük küçük dükkanların ve de şirin boyalı tabelalarının olduğu, her evin bahçesinde begonvil, zeytin ve de limon ağacının olduğu, Atina'ya bu kadar yakın olmasına rağmen turkuvaz renkte sulara sahip olan, insanların birbirini tanıdığı ve hep gülümsediği, harika balık ve ahtapot yiyebileceğiniz - tabi ki de ouzo eşliğinde - en büyük otelinin 20 odayı geçmeyen eski bir konak ya da malikane olduğu, bunların da yerli aileler tarafından işletildiği, sabah kahvaltıda harika ev yapımı marmelatlar yiyebileceğiniz, daha yaz sezonu olmamasına rağmen gece açık olan ve denizciler sağolsun tıklım tıklım dolu olan barları olan, eğlenceli gece hayatına sahip, kalabalığın bardan sokağa taştığı ve de ay ışığının altında parlayan temiz parke taşlarının üzerinde, denizin sesini ve kekik kokusunu duyarak, 'Santana' ile dans edebileceğiniz bir ada Hydra!

Şimdiden bir daha ne zaman gidebilirim Hydra'ya diye düşünmeye başladım bile :) 

Saturday, February 28, 2009

A Complex World

Bayramlar, karnavallar aslında bu dünyanın çok ama çok az bir bölümünün yaşadığı yaratılan gerçeklikler maalesef...Bir de başka türlü yaratılan ama daha çok hayatımızın parçası olan acı gerçeklikler var, savaş gibi, açlık gibi, uyuşmazlık (conflict) gibi, inanç fanatizmi gibi...Bu asıl gerçekleri görmemize yardımcı olan  gerçek gazetecilerden ve de savaş muhabirlerinden birinin fotoğraf sergisindeydim geçtiğimiz hafta. 'A Complex World' by Sotiris Danezis...Danezis Yunanistan'ın önemli kanallarından MEGA'nın gazetecilerinden biri. MEGA'daki ses getiren savaş belgesellerini bizzat yerinden takip ederek hazırlayan kişi kendisi. Yunanistan'da çok popüler. Çünkü işini iyi yapan nadir insanlardan...

Sergi, 'photo journalism' mesleğinin bir parçası ve de uzakları, uzaklardaki gerçekleri yakınların ayağına getirip biraz düşündürme çabası...Irak'ta kalpli elişi kağıtları ile çocuklar tarafından yapılmış Saddam Hüseyin'in resmi, Amerika'da 'Mega Kiliseler' adı verilen alışveriş tarzı şeklindeki eğlenceli pazar ayinleri, Haiti'de duvara boyanmış, boyaları pul pul dökülmüş beyaz İsa portresinin önünde 7-8 yaşlarında zenci bir çocuğun hayata karşı bakışı,İran'da bir Cuma günü Tahran'ın en büyük salo nu olan Üniversite salonunda aynı anda secdeye gelmiş binlerce erkek, Kuzey Kore'deki bir bayram kutlamasında - bizim 19 Mayıslar gibi - binlerce jimnastikçi kızın arasındaki dünyada merkezin Kuzey Kore'yi göstermesi, nasıl bizim baktığımız dünya haritalarında Avrupa ya da Türkiye ortadaysa...ne komik değil mi...milyarlarca insan aynı dünyaya bakıp farklı şeyi görüyoruz...Bunlar sadece aklımda kalan çarpıcı karelerden bir kaçı...Hayatımızdaki fotoğraflar ve sergiler hiç bitmesin ama acının
resmi bir gün bitsin!


Şubat, Karnaval Ayı

Bugüne kadar bildiğim kadarıyla dünyanın en meşhur karnavalları Rio ve de Venedik Karnavalı Şubat ayında gerçekleştirilir. Bunlardan sonra bir de Yunanistan'ın Patras Karnavalı olduğunu öğrendim Şubat ayı boyunca. Aslında bu bir nevi Yunanlılar'ın 'Halloween' kutlaması şeklinde. Şubat'ın ortasında başlıyor ve de 2 hafta sürüyor. Bu süre boyunca tüm ülkede her gece çeşitli kostüm partileri var dışarda, evlerde...Çocuklar kostümle kapı kapı dolaşıyor vesaire...

Tabi bizim böyle bir geleneğimiz olmadığı için zaman zaman sadece Amerikan fimlerinde görüp bazen özenip kendi evlerimizde yapmaya çalıştığımız ama pek de kimsenin tam uymadığı - neden uyulmaz bilmem utangaçlıktan mı yoksa kostüm bulmanın zorluğundan mı? - daha sonralarında Avrupa ya da Amerika'ya okumaya, kursa vesaire gittiğimizde aslen görüp şahit olduğumuz bu kostüm partileri ilginç ve de eğlenceli geliyor. Çünkü şaşırtıcı bir şekilde burada herkes ciddi ciddi bir kılığa giriyor. Melek mi istersiniz, şeytan mı yoksa papaz mı ya da Arab şeyhi mi, arı mı ayı mı, ne ararsanız millet o kılığa girmiş geziyor. 

Asıl yürüyüşün yapılacağı ana karnaval bugün Patra'da başladı ve de asıl yarın en büyük geçit olacak. Maalesef ben gidememdim ama aşağıdaki linkten nasıl bir şeymiş bakabilirsiniz.
http://en.wikipedia.org/wiki/Patras_Carnival



Bu karnaval boyunca ben de bir iki partiye katıldım tabi :) Biri 1909 yılının İzmir'ini, Yunan adıyla Symrni'yi canlandırdığımız, Türkçe-Yunanca - Candan Erçetin'in albümündeki - tüm şarkıları söylediğimiz bir parti idi. Resimde beni Fransız mürebbiye ya da konaklarda yaşayan küçük Osmanlı çocuklarının piyano öğretmeni kılığında görebilirsiniz. :) Türkiye'ye geleyim size her ay temalı bir kostüm partisi ona göre!



İzmir partisinin yanısıra bir de 19 Şubat günü burada 'Tsikno pempti'yi kutladık. Bu et yenilen perşembe anlamında bir gün. Easter (Paskalya) dönemine kadar bu Ortadokslar da bir nevi oruç tutuyor, belli saatler ya da günler içinde et yemiyorlar. İşte onun başlangıcı olarak bu perşembe günü herkes evinde ya da dışarda şarapla bol bol bulduğu eti yiyor. Biz de maskelerimizle bir modern Yunan rembetikosuna et yemeğe gittik. Zaten öğrenci halimizle pek de et tüketmediğimiz için muhtemelen Paskalya tatiline kadar da çok tüketmeyeceğimiz için biz de oruçta sayılırız...