Sunday, May 17, 2009

Greek - Turkish Conference


Geçtiğimiz haftanın üçüncü etkinliği de SAFIA (Student Association for Interanational Affairs) Yunanistan temsilciliği ve Ankara Üniversitesi Politika Kulübü'nün ortaklaşa düzenlediği Türk-Yunan ilişkilerinin geçmişi ve geleceği üzerine olan konferanstı. Etkinliğin moderatörlüğünü çok sevdiğim hocalardan biri olan Herkül Milas yaptı. Kendisi Türkye doğumlu, Robert Kolej mezunu fakat bugün Atina'nın 'Yeni İzmir' (Nea Symrni) adlı semtinde yaşayan bir Rum'dur. Hem Türkiyeli hem de Yuananlıdır ve de tıpkı Erdal İnönü, Hayrettin Karaca ya da Mete Işıkara gibi hayatta tanıyabileceğiniz en cici ve bilge insanlardan biridir. Kendisi aynı zamanda Sabancı Üniversitesi 2007 mezunlarının kapanış dersini vermiştir. 

Konferansa iki Türk, İlhan Uzgel ve Özlem Kaygusuz, iki de Yunan, Ioannis Grigoriadis ve Ekavi Athanasopoulou, akademisyen konuşmacı olarak katıldı. Etkinliğin en önemli kısmı kesinlikle ilginin çok büyük olmasıydı. Salonda oturacak ve hatta ayakta duracak yer yoktu ve bir çok kişi kapıdan çevrilmişti. Ben de bacaklarını kıvırıp yerlerde oturanlar arasındaydım. Sorun değil çünkü zaten bu tür etkinliklerde artık kendimi ev sahibi gibi hisseder oldum. Bir diğer ilginç şey de Yunanlı bir konuşmacının izleyicilere bakınca kimin Türk, kimin Yunan olduğunu ayırt edemediğini söylemesi oldu ki bu gerçekten iki toplumun her yaştan bir araya gelen bireylerinin olduğu her ortam için geçerli. Genel olarak böyle bir etkinliğin ve de bu kadar açık bir dille yapılan konuşmaların nasıl 10-15 sene önce yapılamadığı, protesto edildiği fakat şimdi bu noktada olunmasının ne kadar anlamlı olduğu tartışıldı. Her iki ülke de de demokrasinin, sivil toplumun ve de çoğulculuğun artmasının bizi bu günlere getirdiği vurgulandı ki ne mutlu bize. 

Trials of Europeanization


Geçtiğimiz haftaki bir diğer etkinliğimiz ise Türkiye üzerine Yunanlı bir akademisyen olan Ioannis Grigoriadıs'in yazmış olduğu "Trials of Europeanization: Turkish political Culture and the European Union" adlı kitabın tanıtım etkinliğiydi. Kitap Palgrave yayınlarından çıktı ve de Amazon dahil her yerde bulabilirsiniz. Kitabın kapak resmi İstanbul'da en sevdiğim ve her gördüğümde beni gülümseten karelerden biri. Türk siyasi kültürü, AB'ye giriş süreci ve bu süreçle birlikte Türk sivil toplumu ve demokratikleşme sürecinin nasıl değiştiğini merak edenler, ilgilenenler için ideal bir kitap. Dili de öyle çok ağır, akademik akademik değil gayet anlaşılır. Kitabın yazarı Ioannis şu anda Atina Üniversitesi Turkoloji Bölüm Başkanı. Aynı zamanda ben de şu anda ELIAMEP'te (Hellenic Foundatıon for European & Foreign Policy) kendisi ile çalışıyorum. Bilenler bilir Sabancı Üniversitesi'nde, ikinci sınıfta ben hem akademik hem kişisel ilgimden dolayı Türk-Yunan İlişkileri dersi alırken Ioannis de bu dersin asistanıydı o zaman. 

Kitabın tanıtımı Atina'nın en sevdiğim yerlerinden bir olan, 7 katlı Eleftheroudakis kitapçısında gerçekleşti. Artık birbiri ile akraba gibi yakın olmuş Türkiye üzerine çalışan tüm Yunanlı ay da Türk öğretim üyeleri, araştırmacılar, öğrenciler ve de dış işleri yetkilileri ordaydı. Buradaki 8. ayımda artık bu etkinlikle ben de anladım ki ben de bu komünün bir parçası olmuşum. Baktım ki körler sağırlar birbirini ağırlar şeklinde hepimiz her etkinlikte bir aradayız. 

Ha bu kitap tam olarak ne anlatıyordur diyenler için de buyrunuz;
"This book examines the impact of improving EU-Turkey relations on Turkish political culture since Turkey became a candidate for EU membership in 1999. While a multi-party political system was introduced in Turkey in 1946, political liberalism was the missing part of Turkey’s democratic consolidation. Turkish political culture valued submissiveness toward state authority and did not favor citizen participation. This study evaluates the impact that Turkey’s EU-motivated political reform had on civil society, state-society relations, the role of religion in politics and national identity. This leads to an assessment of whether Turkish political culture has become more participant and democratic".

1 Hafta, 3 Türk-Yunan Etkinliği


GÜZ SANCISI - ΠΛΗΓΕΣ ΤΟΥ ΦΘΙΝΟΠΩΡΟΥ

Geçtiğimiz hafta açıkçası benim ve de sosyal hayatım için çok yoğun bir hafta oldu. Arka arkaya üç tane Türkiye ve Yunanistan'la ilgili etkinliğe katılmak benim için heyecan vericiydi. İlk etkinliğimiz "Güz Sancısı" filminin Yunanistan'daki gösterimine üç Yunanlı arkadaşım - ki biri Ayvalık kökenli - ve bir Kıbrıslı Türk arkadaşım ile katılmamızdı. Geç de olsa hiç bir şey için geç değildir diyerek Türkiye'de 6-7 Eylül 1955 Olayları'nın tartışılmaya başlanması ve hatta bunun üzerine filmler yapılıyor olması çok anlamlı bir gelişme. Tarihimizle ve de gerçeklerimizle artık 21.yüzyıl Türkiyesi'nde yüzleşmemiz gerek. Tabi ki de aslında bunu tüm ulusların ve de devletlerin yapabilmesi gerek. Bu noktada Yunanistan'ın bizden daha geride kaldığı, özellikle Güz Sancısı'nın gösterimiyle, Yunanlı aydın ve de entellektüeller tarafından da çok tartışılıyor. Mesela Selanik şehrinden sürülen Slav, Yahudi, Müslüman çeşitli topluluklar hakkında hala açık ve net konuşulmaması, konuşabilen aydın ve akademisyenlerin vatan haini ilan edilmesi ya da Batı Trakya Türkleri'nin senelerce dışlanması gibi konuların yok sayılması Yunanistan'ın bu konudaki eksikliğini gösteriyor. Daha bir ay önce benim okuduğum bölümün profesörlerinden biri olan Alexis Heraclides'in bir televizyon programında "1922'de Yunan askerlerinin Anadolu topraklarında Ankara'ya doğru ilerlerken öldürdüğü her Türk de soykırımdır" demesi kendisinin ülke içindeki solucan ilan edilmesine sebep oldu. 

Politik meselelerden filmin kendisine geçersek, ben Tomris Giritlioğlu ne yapsa beğeniyor, takdir ediyor, ilgiyle izliyor olduğum için yine tabi ki de çok beğendim. Filim kadrosu, çekimi, o eski mekan ve kostümler zaten benim nostalji sevgimi daha da bir coşturmaya yetiyor. Filmin Yunanca ismi "ΠΛΗΓΕΣ ΤΟΥ ΦΘΙΝΟΠΩΡΟΥ" (Pliges tu Fthinoporu) yani "Güz Yarası" anlamında. Yalnız filmi bir salon dolusu genç-yaşlı, kadın-erkek Yunanlı ile izlemek, sonunda onlarla birlikte isyan ve acı ile ağlamak sanırım unutamayacağım bir film olmasına çok büyük etki yaptı. Düşünebiliyor musunuz, bizim senelerce hiç konuşmadığımız, niye, neden oldu diye sorgulamadığımız, sorumlularını bulup da cezalandıramadığımız bir trajediyi, bu insanların bir kısmı canlı tanık olarak yaşamış, bir kısmı hergün dinleyerek büyümüş, ve ben onların arasında hiç ama hiç sorumlu olmadığım bir olaydan utanarak, acı çekrek, neden diye isyan ederek, ve hatta her birinden birer birer özür dilemeyi, bizim de aynı acıları patlaştığımızı belirtmeyi isteyerek izledim filmin her sahnesini...özellikle son sahne kesinlikle çok etkileyiciydi...Ela kale mou...demek istiyorum...Diğer etkinlikleri de yazacağım arka arkaya...

Atina'ya Dönüş, Atina'dan Dönüş

Mayıs ile Haziran Atina'nın en güzel zamanı, ne o ne olduğu belli olmayan soğuk havalardan eser var ne de o kavurucu sıcaklardan...Mayıs'ın başlaması ile tam zamanında Atina'ya dönüş yaptığımı böylece anlamış bulunuyorum. Uzun soluklu olma niyeti ve de çok ani aynı zamanda da yoğun başlayan Atina maceramın son bir ayı da aslında aynı şekilde çok yoğun ve ani bitiyor. Her şey çok ama çok hızlı ilerliyor ve de her şeye rağmen ben bu şehri ve bu ülkeyi de çok sevdiğimi biliyorum. Son bir ayımı da tatil gibi geçirmeye çalışıyorum tüm bu yoğunluğuna rağmen ve de tabi ki de bir şekilde biliyorum ki aslında ne Atina ne de hiç bir şey için bir son değil bu...Hayat izin verdikçe kimbilir kaç sefer, kimlerle, aynı yerlerde tekrar tekrar bırlıkte olacağız...Şimdi bitirmem gereken üç final sınavım, bir proje çalışmam ve onun yazılması gereken makalesi, tez çalışmam için yapılması gereken mülakatlar, bunların yanında da gezilecek, görülecek, yenilecek, içilecek, anlatılacak, paylaşılacak bir sürü şey var, Atina'dan dönüşten önce...Bir de ay sonuna misafirlerim var ki çok mutluyum...Nazlı ve Ece sizi dört gözle bekliyorum!

Tuesday, March 31, 2009

Butik Ada: Hydra

Yunanistan neyi ile meşhurdur? Tabi ki de "ada"ları ile! Bu durumda ben de bu sene için sezonu açmış bulunuyorum...'Damla ne yapıyor?' diye merak ediyorsanız, işten ve de okuldan vakit bulduğum zamanlarda kendimi gezmeye adamaya başladım tekrar. Çünkü biliyorum ki yeni yerler görmeden, yeni sokaklarda gezmeden, yeni deniz kıyılarında dolaşmadan, yeni yerlerde, yeni tatlar tatmadan, dalıp dalıp uzaklara bakarak sırıtarak dolaşmadan, sadece bir kaç gün ya da bir haftasonu da olsa tüm sorunları, sıkıntılarımı, yapmam gerekenleri unutarak, sadece ve sadece anı yaşayarak, yen, bir yeri keşfetmenin tadına varmadan hayat geçmiyor benim için. Bir yerde uzun bir süre kalırsam bunalıyorum, hemen yakınlarda da olsa bir yere gitmem gerekiyor. Sahip olduğu kıyı şeridi ve bir çok kıyı kasabası, yakın adası ile Atina bu kaçamaklar için harika bir şehir! 

'Hydra' adası (İdra diye okunur) Atina'ya yakın ada grubu olan Saronika Denizi'ndeki adalardan biri ve de en 'butik' olanı. Butik derken şöyle ki küçücük, nüfusu sadece 3000 ve de hiç bir şekilde araba, motor ya da bisiklet yok adada. Sadece eşeklerle ve de yaya olarak dolaşabiliyorsunuz adada. Bir de deniz taksileri var adanın yürüyerek ulaşamayacağınız kıyılarına. Ada 1960'lı ve 70'li yıllarda bir çok Yunan sanatçıya, ressam olsun, yazar olsun, aktör olsun, ev sahipliği yapmış. İlham veren bir ada olduğu kesin! Ve de çok romantik! :)

Geçtiğimiz haftasonu, 27-29 Mart arasında Atina Yat Kulübü'nün her yıl geleneksel olarak 'sailing' sezonunun başlangıcı için düzenlediği 'Hydra Race'i de vardı adayı hareketli hale getiren. Cuma akşam adaya varan yarışçılar cumartesi günü bütün gün adada bir hareket olmasını sağladılar. Zaten küçücük bir limana sahip adada bir çok yelkenli ve denizci görmek, onlarla tanışmak, sohbet etmek de gerçekten çok keyifliydi. Pazar sabahı da onları dönüş yarışı için erkenden limandan uğurladık. Gerçekten kendimi 'Ayşegül' serisindeki kitaplardan birinde hissettim. Mesela "Ayşegül Tekne Yarışı'nda" ya da "Ayşegül Ege Adasında" gibi...

Hydra'yı anlatmak gerekirse...Tertemiz badanalı evleri ve parke taşlı tertemiz sokakları olan, sokaklarında çocukların, eşeklerin ve de kedilerin ve köpeklerin bir arada oynadığı, küçük küçük dükkanların ve de şirin boyalı tabelalarının olduğu, her evin bahçesinde begonvil, zeytin ve de limon ağacının olduğu, Atina'ya bu kadar yakın olmasına rağmen turkuvaz renkte sulara sahip olan, insanların birbirini tanıdığı ve hep gülümsediği, harika balık ve ahtapot yiyebileceğiniz - tabi ki de ouzo eşliğinde - en büyük otelinin 20 odayı geçmeyen eski bir konak ya da malikane olduğu, bunların da yerli aileler tarafından işletildiği, sabah kahvaltıda harika ev yapımı marmelatlar yiyebileceğiniz, daha yaz sezonu olmamasına rağmen gece açık olan ve denizciler sağolsun tıklım tıklım dolu olan barları olan, eğlenceli gece hayatına sahip, kalabalığın bardan sokağa taştığı ve de ay ışığının altında parlayan temiz parke taşlarının üzerinde, denizin sesini ve kekik kokusunu duyarak, 'Santana' ile dans edebileceğiniz bir ada Hydra!

Şimdiden bir daha ne zaman gidebilirim Hydra'ya diye düşünmeye başladım bile :) 

Saturday, February 28, 2009

A Complex World

Bayramlar, karnavallar aslında bu dünyanın çok ama çok az bir bölümünün yaşadığı yaratılan gerçeklikler maalesef...Bir de başka türlü yaratılan ama daha çok hayatımızın parçası olan acı gerçeklikler var, savaş gibi, açlık gibi, uyuşmazlık (conflict) gibi, inanç fanatizmi gibi...Bu asıl gerçekleri görmemize yardımcı olan  gerçek gazetecilerden ve de savaş muhabirlerinden birinin fotoğraf sergisindeydim geçtiğimiz hafta. 'A Complex World' by Sotiris Danezis...Danezis Yunanistan'ın önemli kanallarından MEGA'nın gazetecilerinden biri. MEGA'daki ses getiren savaş belgesellerini bizzat yerinden takip ederek hazırlayan kişi kendisi. Yunanistan'da çok popüler. Çünkü işini iyi yapan nadir insanlardan...

Sergi, 'photo journalism' mesleğinin bir parçası ve de uzakları, uzaklardaki gerçekleri yakınların ayağına getirip biraz düşündürme çabası...Irak'ta kalpli elişi kağıtları ile çocuklar tarafından yapılmış Saddam Hüseyin'in resmi, Amerika'da 'Mega Kiliseler' adı verilen alışveriş tarzı şeklindeki eğlenceli pazar ayinleri, Haiti'de duvara boyanmış, boyaları pul pul dökülmüş beyaz İsa portresinin önünde 7-8 yaşlarında zenci bir çocuğun hayata karşı bakışı,İran'da bir Cuma günü Tahran'ın en büyük salo nu olan Üniversite salonunda aynı anda secdeye gelmiş binlerce erkek, Kuzey Kore'deki bir bayram kutlamasında - bizim 19 Mayıslar gibi - binlerce jimnastikçi kızın arasındaki dünyada merkezin Kuzey Kore'yi göstermesi, nasıl bizim baktığımız dünya haritalarında Avrupa ya da Türkiye ortadaysa...ne komik değil mi...milyarlarca insan aynı dünyaya bakıp farklı şeyi görüyoruz...Bunlar sadece aklımda kalan çarpıcı karelerden bir kaçı...Hayatımızdaki fotoğraflar ve sergiler hiç bitmesin ama acının
resmi bir gün bitsin!


Şubat, Karnaval Ayı

Bugüne kadar bildiğim kadarıyla dünyanın en meşhur karnavalları Rio ve de Venedik Karnavalı Şubat ayında gerçekleştirilir. Bunlardan sonra bir de Yunanistan'ın Patras Karnavalı olduğunu öğrendim Şubat ayı boyunca. Aslında bu bir nevi Yunanlılar'ın 'Halloween' kutlaması şeklinde. Şubat'ın ortasında başlıyor ve de 2 hafta sürüyor. Bu süre boyunca tüm ülkede her gece çeşitli kostüm partileri var dışarda, evlerde...Çocuklar kostümle kapı kapı dolaşıyor vesaire...

Tabi bizim böyle bir geleneğimiz olmadığı için zaman zaman sadece Amerikan fimlerinde görüp bazen özenip kendi evlerimizde yapmaya çalıştığımız ama pek de kimsenin tam uymadığı - neden uyulmaz bilmem utangaçlıktan mı yoksa kostüm bulmanın zorluğundan mı? - daha sonralarında Avrupa ya da Amerika'ya okumaya, kursa vesaire gittiğimizde aslen görüp şahit olduğumuz bu kostüm partileri ilginç ve de eğlenceli geliyor. Çünkü şaşırtıcı bir şekilde burada herkes ciddi ciddi bir kılığa giriyor. Melek mi istersiniz, şeytan mı yoksa papaz mı ya da Arab şeyhi mi, arı mı ayı mı, ne ararsanız millet o kılığa girmiş geziyor. 

Asıl yürüyüşün yapılacağı ana karnaval bugün Patra'da başladı ve de asıl yarın en büyük geçit olacak. Maalesef ben gidememdim ama aşağıdaki linkten nasıl bir şeymiş bakabilirsiniz.
http://en.wikipedia.org/wiki/Patras_Carnival



Bu karnaval boyunca ben de bir iki partiye katıldım tabi :) Biri 1909 yılının İzmir'ini, Yunan adıyla Symrni'yi canlandırdığımız, Türkçe-Yunanca - Candan Erçetin'in albümündeki - tüm şarkıları söylediğimiz bir parti idi. Resimde beni Fransız mürebbiye ya da konaklarda yaşayan küçük Osmanlı çocuklarının piyano öğretmeni kılığında görebilirsiniz. :) Türkiye'ye geleyim size her ay temalı bir kostüm partisi ona göre!



İzmir partisinin yanısıra bir de 19 Şubat günü burada 'Tsikno pempti'yi kutladık. Bu et yenilen perşembe anlamında bir gün. Easter (Paskalya) dönemine kadar bu Ortadokslar da bir nevi oruç tutuyor, belli saatler ya da günler içinde et yemiyorlar. İşte onun başlangıcı olarak bu perşembe günü herkes evinde ya da dışarda şarapla bol bol bulduğu eti yiyor. Biz de maskelerimizle bir modern Yunan rembetikosuna et yemeğe gittik. Zaten öğrenci halimizle pek de et tüketmediğimiz için muhtemelen Paskalya tatiline kadar da çok tüketmeyeceğimiz için biz de oruçta sayılırız...

Thursday, February 26, 2009

Şikayet

Tepkiler alıyorum blog'uma sık sık yazmıyorum diye sevgili dostlarımdan haklı olarak...
Doğru söylüyorsunuz. Ben de burada gittikçe tembelleştim sanırım, Yunanlılar gibi rahatıma düşkün oldum :) Bu da işte bakınız burada yaşamanın getirdiği bir deneyim. Her gün her şeyin bir anda değişme, iptal olma ihtimali çok ama çok yüksek bu ülkede. Çünkü biraz fazla rahatlar ve de bu aslında Türkiye'de hergün koşturan bizlere azıcık ters hatta ilk başlarda sinir olacağımız düzeyde ters. Fakat zamanla işte ister istemez siz de daha rahat bir insan oluyorsunuz çünkü burada yaşıyorsunuz ve bu hayatın bir parçası olmuşsunuz...ama ben elimden geleni bundan sonra daha çok yapıp buradaki atraksiyonları daha çok post etmeye çalışacağım...

Saturday, January 31, 2009

Picture of the Day


This was the picture of the day for me yesterday, January 30, 2009 as a Turkish living in Athens...

While I was walking to my home in Ambelokipi, I have noticed the picture of Mr. Erdogan sitting next to Mr. Peres and trying to hold his arm at Davos, in Gaza row, in the Kathimerini newspaper which was held up to a kiosk on the pavement...It made me smile...
The voice and speech of Turkish PM, Mr. Erdogan, at Davos is still on my ears and seems will not leave there for years...He had "became a Turk" as Greeks say here when someone gets angry...

"I do not think that I will be coming back to Davos after this because you do not let me speak"

This became actually my new motto...Here, in Athens for some specific reasons I also say that 'I do not think that I will be coming back to Athens after this because you do not let me speak" so be happy... but I think like how Davos does not care about Mr. Erdogan, if he will be coming back or not, it seems Athens also does not give a s..t to me...

Aman Hacı, Tatlım 'Χατζή'


Bu kadar yedik yedik tuzlu tuzlu yiyecekleri peki Damla bunun üzerine tatlı yemeden durabilir mi? Tatlıyı çok ama çok seviyorum ve de bazen sırf tatlı ile hatta çikolata ile yaşayabileceğimi düşünüyorum. Bu nedenle şehirdeki tatlıcıların keşfi içine de düştüm tabi. Neyse ki çok şanslıyım ki dünyada tatlı konusunda Türkiye'ye en çok benzeyen - sırf tatlı konusunda mı?- ülkede yaşıyorum. Ne ararsam aynı isimlerle burada da karşıma çıkıyor. Kazan dibi tabi burada yazılışı καζάν ντιμπί, tavuk göğsü, baklava ki onlar baklavas diyorlar, zaten bir şeyin sonuna 's' ya da 'i' koymadan yapamıyorlar :) tulumba tatlısı, kadayıf, su muhallebisi, tatlı dışında sevdiklerimizden su böreği, ıspanaklı börek...ne ararsam bulabiliyorum. 

Bu tatlı krizlerimin çoğunun sonlandığı mekanlardan biri de 'Χατζή' yani tabi ki de Hacı, bunlar Haci diye okuyor tabi, 'ı' sesini kesinlikle çıkaramıyorlar :) Hacı kelimesinin son bir yılda Avrupa Yakası'nın efsane karakteri Burhan ve de Atina'daki tatlıcım Haci ile hayatıma bu kadar çok girmesinin acaba bir anlamı olup olmadığını da düşünmeden edemiyorum...

Şöyle ki bu Haci aslında Selanik merkezli bir pastane, kafe. Zaten genelde güzel şeylerin bu ülkede Atina'dan çıktığını ben de öürenmiş bulunuyorum. Selanik ile Atina'nın farklarını en kısa zamanda Selanik'i ziyaret edip bir başka yazımda sizinle paylaşacağım. Haci'ya dönersek ben geçerken oraya bir uğrayıp elime bir tatlı almayı ya da sabah peynirli börekle ve de kahve ile kahvaltı yapmayı seviyorum. Bazen elimde okumalarım kendimi Haci'de ders çalışırken de buluyorum. Gidecek tatlıcıları ve kafeleri olmayan bir şehir neye benzer hayal bile edemiyorum!

meraklısına; www.chatzis.gr

Yeni Gözdem 'ντερλίσιους!'

Dediğim gibi önceleri Bayraktaris'e daha sık gidiyordum ama bir gün yine oraya öğlen yemeği yemeğe giderken cüzdanımı çaldırmam üzerine ve de tabi bir şehirde yaşaya yaşaya başka yerler öğrenmeye başladıkça suflaki yemek için Bayraktaris'i terk etmeye başladım...

Bu aralar yeni gözdem Atina'nın Nişantaşı semti olarak geçen - ben Nişantaşı'nın yandan yemişi demeyi tercih ediyorum - Kolonaki'deki küçük mü küçük, içeride oturma yeri olmayan 'ντερλίσιους!' yani hiç bir anlama gelmeyen 'derlişius'ta yine sokakta ama bu sefer yüksek standlere oturup - bunların da ayakları sallanıyor bu arada - suflakileri götürüyorsunuz. Bu sefer gelip geçen alışveriş torbalı şık bayanlara ve de tabi ki de şık ve de yakışıklı erkeklere bakmak da cabası :) Burada yediğiniz pide ekmeğinin tadı içindeki etten daha güzel bunu belirtmek lazım. Bir de yanında aldığınız patates kızartmaları tıpkı ev patatesleri gibi azıcık kalınca ve de üzerine biraz da kekik serpilerek servis ediliyor. Yemeğimizin yanına kola ya da Yunan birası olan Mythos tavsiye edilir ama Mythos'ta da Efes tadını aramamanız, bulduğunuzla yetinmeniz tavsiye edilir :)


Genelde 'derlişus'a öğlen saati alışveriş arası atıştırmak için, akşam saati dersten çıktıktan sonra açsak ya da gece yakınlarda bir mekana eğlenceye gideceksek ya da eğlenceden çıkmışsak açlık durumumuza göre uğruyoruz. Bir porsiyon pidesi küçük olduğu için de burayı çok seviyorum...Az yiyorum ve de doyuyorum vicdan azabı çekmeden. Resimde İrini isimli sınıf arkadaşımla tavuk suflakiyi hüpletirken görülüyoruz...arkaya yakışıklı bir genç denk getiremediğimiz için de özür dileriz :) Gelin sizi de götürelim!


'Μπαιρακταρης' nam-ı diğer Bayraktaris

Tamam, bırakıyorum siyasi meseleleri ve de aslında daha da çok sevdiğim lezzet duraklarından bahsetmeye başlıyorum Atinam'daki...Gün içinde Damla'nın karnı acıkır ve de nerede ne yer, ne bulur onlardan bahsedeceğim şimdi biraz da...



Şöyle ki hem okuluma çok yakın olması hem de önceleri en güzel 'Σουβλάκι' (suflaki)'nin - Suflaki nedir? Damla Türkçe konuş diyenlere diyebilirim ki suflaki, bizim dürüm arası tavuk ya da et şişin çok benzeridir ama burada pide ekmeği arasına konur ya da tabakta pide ekmeği üzerine şiş konularak yanında patates kızartması ve de tabi ki caciki, bizim cacığın süzme yoğurt ile yapılmış hali, ile servis edilir. Soğan istemiyorsanız belirtmeniz gerekir yoksa ömrünüzde bir yemek içinde görebileceğiniz en çok soğanı görebilirsiniz - orada olduğunu düşündüğüm için Plaka'daki- Plaka da buranın Sultanahmet'i diyebileceğimiz, Akropolis'in hemen eteklerindeki turistik bölgesidir - 'Μπαιρακταρης' - Bayraktaris diye okunur kendisi yani bizim Bayraktar ailesi ile kökleri aynı büyük ihtimal :) diye düşünmeden edemiyorum - adlı tavernaya suflaki yemeye giderdim. Yine bir not eklemeden edemeyeceğim, burada taverna sazlı-sözlü eğlence yerine değil de günlük lokantaya deniyor. İşte suflaki gibi et, kebap, meze, yani Yunan mutfağından bir şeyler olan yere taverna deniyor. 

Bayraktaris'in sokağa atılmış eski mi eski tahta sandalyelerinde ve de üzerine muşamba geçirilmiş sallanan tahta masalarında yoldan geçen insanlara ve turistlere baka baka, bir yandan da sürekli yanınıza gelen çingene satıcılara, dilenen çocuklara ya da sahte her marka çanta satmaya çalışan siyahi göçmenlere 'Οχι, ευχαριστώ' yani 'hayır, teşekür ederim' diyerek yemeğinizi bitirmeye çalışırsınız. Yemeğiniz bitince ikram olarak benim sevdiğim ama aslında herkesin damak tadına uymayan bir tatlı gelir. Bizim irmik helvasının üzerine süzme yoğurt ve de yoğurtun üzerine de süzme bal. Kaşık kaşık yiyebilirsiniz...



Ne dersek diyelim Bayraktaris ve de tam karşısındaki Thanasis Kebap ki suflaki değil de kebap yiyecekseniz - tabi ki de bizim kebaplarla boy ölçüşemez de - buraya gidebilirsiniz Atina'nın olmazsa olmazlarından, yerel markalarından çoktan olmuş, onlarca yıllık tavernalar. Gelin sizi de götürelim :) 

'Gazze' için Eylem



Atina'da yaşanır da Israil'in Gazze saldırısı için eylem yapılmaz mı sanıyorsunuz? Yanılıyorsunuz...Blogumuzun önceki postlarına bakarsanız Atina'nın zaten eylem yapmak için sürekli bir sebep arayışında olduğunu hemen anlarsınız ki Gazze saldırısı da çok ama çok geçerli bir sebep oldu tabi ki de...
Dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da insanlar duyarsız kalmadı. Özellikle Yunan sol parti ve örgütlerinin desteği ile bir çok insan 10 Ocak Cumartesi günü sokağa döküldü. Hedef önce Amerikan Büyükelçiliği -resimde polis barikatı olan bina Amerikan Büyükelçiliği- sonra da İsrail Büyükelçiliği idi. Bazı insanlar Amerikan Büyükelçiliği'ne ayakkabı fırlattı dersek abartmış olmayız. 




Atina'daki her türlü eylem ve yürüyüş sırasında en çok hoşuma giden şey ise şehrin köpeklerinin bunu bir oyun zannederek insanların arasına büyük bir hevesle katılması, onların da destek vermesi, saflarda yürümesi :) 


Bu aralar bana dair...

Farkındayım, ara verdim...ama geçerli sebeplerim çoktu...Şimdi de devam etmek için geçerli sebeplerim çok...
Hayat buymuş anladım denemez pek daha ama anlıyorum denebilir...
Hayatta yaşadığımız her şey hayata dairmiş, hayatın kendisiymiş...o nedenle isyan yok, yola devam...
Atina güncesine de devam...Çünkü hala Atina'dayım ve de gerçekten 'beginner' düzeydeyim...
ve de kendimi, burayı, yaşadıklarımı sizlerle paylaşmadan edemiyorum :) 

Thursday, January 1, 2009

Being a Xmas Tree in Athens

It is a kind of habit in Athens that I know, every year, at the beginning of December, municipality starts to build a huge Christmas tree in the middle of Syntagma square. Additionally, they decorate around it with some huge present boxes, that I did not like this year, and small houses, in where they sell some candies, that they did not build this year on Syntagma square. Every year this huge Xmas tree witnesses all the Christmas spirit of Athenians. After taking some photos of soldiers who wear traditional costumes, include a special skirt with 500 creases which represents 500 years of Greeks under Ottoman rule, in front of the parliament, tourists start to take the picture of the tree. And, all locals come in front of it and pose to cameras. 

However, this year was not so happy for the faith of Xmas tree. Just after few days of its installation to the middle of the main square of Athens, tree faced with anarchists attacks and was blasted totally! Athenians who were watching the fire, were sure that it was the brightest Xmas tree of the world! At the end of the all events, while Athenians were thinking that all decoration and celebration events would be cancelled for this year, they met with the new Xmas tree one day, again in the same place with the previous one but with older ornaments on it...Probably, municipality would not want to spend another extra money for the new decoration which would be again under the risk of another attack. 
However, hopefully new tree was more beautiful than the previous one, even though it has a meaningless purple colored star at the top, and it was safe until the first days of 2009. I am so glad that this tradition did not stop this year and I had many pictures with Athenian Xmas tree :)
Καλή Χρονιά Αθήνα μου...Happy New Year my Athens...(even though I cheat on you with Istanbul, who even does not have a Xmas tree!)